Skip to main content

Kürt Diasporası


Genel bakış

Anavatanı fiziki olarak terk etmek otomatik olarak diaspora olunduğu anlamına gelmiyor. Fakat bir Kürt diasporası oluğuna kuşku yok. Literatürde genişçe ele alınmış olan diaspora karaktersitik özellikleri Kürtlerin tecrübesine uygulandığında karşımıza çok net bir diaspora fotoğrafı çıkıyor:

  • zorla yerinden edilme
  • anavatana dair kollektif hafıza
  • yeni vatanda yaşanan yabancılık ve ayrımcılık
  • anavatana dönüş miti
  • anavatanın ihyası ve başarısı için çaba
  • ulus-aşırı sosyal ağlar

Kürt diasporası ağırlıklı olarak 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış olan nispeten genç bir diaspora. Dünyanın en kalabalık devletsiz diasporası olarak nitelendiriliyor. Başta Almanya olmak üzere büyük oranda Avrupa’da yerleşmiş durumda ve çoğunluğunu Türkiye Kürtleri oluşturuyor. Kendi içinde siyasi eğilim, yaşam tarzı, eğitim, sosyoekonomik statü ve dindarlık açısından  geniş bir çeşitliliğe sahip. Bununla birlikte, Öcalan’ın yakalanması, Kobani ve Afrin olaylarında görüldüğü gibi önemli gelişmeler karşısında kayda değer bir birlik sergiliyor. Organizasyon, medya ve sivil eylem gücüyle Avrupa’nın siyaseten en aktif ve en sesli diasporası sayılıyor. Son yıllarda Batı’yı etkisi altına alan göçmen karşıtı politik iklim Kürt diasporasını da etkiliyor. Anavatanından inkar, asimilasyon ve imha politikaları yüzünden çıkmak zorunda kalan Kürtler yeni vatanlarında da kültürel dışlanma sorunu yaşıyorlar. Kendilerini himaye edecek bir Kürt hariciyesinin yokluğu kuşkusuz bu sorunu derinleştiriyor.

Tüm kazanımlarına rağmen ulus devlet çağında devletsiz bir topluluk olarak var olmanın Kürtler arasında müzmin bir psikolojiye yol açtığını gözlemlemek mümkün. Bir tür siyasi yetimlik sayılabilecek bu durumun etkileri en basit günlük etkileşimlerde bile gözlemlenebiliyor. “Nerelisin?” gibi basit bir soru birçok diaspora Kürt’ü için başlıbaşına bir problem. “Kürdistan” derse haritada gösterebileceği bir ülkesi yok. Türkiye, İran, Irak, Suriye demek istemiyor, ama doldurduğu her resmi formda doğduğu ulus devletin adını yazmak zorunda. Kürtler, birkaç Avrupa ülkesi ve Kanada dışında evsahibi ülkenin nüfus kayıtlarında etnik kimlikleriyle değil, doğdukları devletin uyruğu olarak (Türk, ,İranlı, Iraklı, Suriyeli) yer alıyorlar. Genellikle Türkiye Kürtleri Almanya’ya, Irak Kürtleri İngiltere’ye, yerleşmiş durumda. İran ve Suriye Kürtleri toplam içinde küçük yüzdelere sahipler. İskandinavya ise nispeten küçük ama entelektüel olarak donanımlı bir Kürt nüfus barındırıyor. ABD’de de Irak Kürtleri’nin çoğunluğunu oluşturduğu bir Kürt toplumu mevcut.


Tarihi gelişim

Günümüzde Türkiye, Irak, Suriye ve İran sınırları içine dağılmış olan tarihi Kürdistan’dan ilk kitlesel çıkış 1960’larda Avrupa’ya misafir işçi programı vesilesiyle Türkiye’den oldu. 1960-73 arası dönemde Almanya’ya giden eğitim seviyesi düşük dindar-muhafazakar Kürt misafir işçiler arasında etnik veya siyasi bir farkındalık söz konusu değildi. Bu ilk dalga tipik bir işgücü diasporası karakteri sergiliyordu. Türkiye’de sol içinde bir Kürt damarının belirginleşmeye başladığı 1970’lerde ise eğitimli, siyasi olarak faal ve etnik bilinç sahibi Kürt aktivistlerin siyasi baskılarla başta Almanya olmak üzere Avrupa’ya göçü başladı. Bu ikinci dalgayla birlikte diasporada Kürt kimliğinin belirginleştiğini görüyoruz. Iraklı Kürtler’in ABD’ye ilk göç dalgası da yine 1970’lerde gerçekleşti. 1980 darbesi ile çok sayıda PKK sempatizanı siyasi sığınmacı olarak Avrupa’ya yerleşti ve kıtadaki Kürt toplumu özellikle PKK çizgisinde siyaseten aktif bir mahiyete geçmeye başladı. 1990’lar ve 2000’li yıllarda da Irak ve Türkiye’den göç devam etti. Arap isyanları ile birlikte 2010’lu yıllarda bu kez Suriye’den ve kitlesel olan bir Kürt göçü yaşandı. Özetle, son yarım asır boyunca Kürtlerin batıya mecburi göç etmedikleri bir onyıl yok. Bu süreklilik; kimliği, dayanışmayı ve anavatanla bağları canlı tutan etkenlerden birisi oldu.

1980’lerde Avrupa’ya gelen eğitimli ve siyaseten faal grup ile ciddi bir kurumsallaşma süreci yaşandı. Bugün Kürt diasporasının en prestijli kurumları sayılabilecek enstitüler o dönemde kuruldu. Bu kurumların ürettiği içerik tabana kimlik bilinci ve özgüven aşıladı, Kürtlerin maruz kaldığı inkar ve baskı politikalarının duyurulması için savunuculuk faaliyetlerinin önünü açtı ve Kürtçe dili, Nevruz Bayramı gibi Kemalist (Türkiye), Baasçı (Irak, Suriye), İslamcı (İran) rejimlerin asimilasyon politikaları nedeniyle aşınmış olan kimlik öğelerini tamir etmeye başladı.


Diaspora ve kimlik inşası

Diaspora, özellikle 1990’lı yıllarda Kürt kimliğinin ulus inşası denebilecek bir yoğunlukta canlandığı bir dönem oldu. Söz konusu canlanma temelde dil, kültür, medya ve siyasi örgütlenme alanlarında gerçekleşti. Bu dalganın taşıyıcı aktörleri ise başta PKK unsurları olmak üzere siyasi aktivistler, öğrenciler ve Kürt kimliğine ebeveynlerinden çok daha hırslı ve özgüvenli olarak tutunan Avrupa doğumlu ikinci kuşak oldu.

Dil konusunda diasporanın özgürlükçü ve örgütlü atmosferi iki önemli değişimi mümkün kıldı. Bunlardan birincisi Kürtçe’nin bir dil olarak yaşadığı nitelik ve üretim sıçraması oldu. Anavatanındaki dışlayıcı dil politikaları nedeniyle Kürtçe özellikle kelime dağarcığı, yazılı kaynakları ve sair linguistik donanımları açısından son derece kısır bir dil haline gelmişti. 1960’lı ve 70’li yıllarda Avrupa’daki Kürt aydın ve aktivistler Türkçe yayın yapıyorlardı. 1980’lerde ise Kürtçe’nin kitabileştirilmesi, standart bir lehçe tespiti ve yayınlar konusunda büyük ilerleme kaydedildi. Bu çalışmalarda Paris’teki Institut Kurd öncü rol oynadı. İkinci olarak, yaşanan dil ihyasının ciddi siyasi sonuçları oldu. Dil kursları ile Kürtçe öğrenen ve nitelikli Kürtçe eserlere sorunsuz ulaşabilen ikinci kuşak Kürtler, anadillerinin sürekli aşağılandığı zeminlerde yetişen ilk kuşağa göre çok daha yoğun ve özgüveni yüksek bir kimlik bilinci geliştirdiler. Ayrıca farklı Avrupa ülkelerinde yürütülen anadil kampanyaları sonucunda bazı ülkelerin devlet okullarında Kürtçe dersleri başlatıldı. Avrupa’da çok daha iyi olanaklara sahip olmasına rağmen yok olan yerel diller ile kıyaslandığında genelde Kürtçe’nin, özelde de Türkiye Kürtleri tarafından konuşulan Kurmanci lehçesinin yaşadığı canlanma diaspora literatürüne girmiş bir olgu.

Kürt hareketinin diaspora ağları iletişim teknolojilerini çok başarılı kullandı. Bu dönemde açılan uydu televizyon kanalları kıtadaki birikimi anavatanda kalan Kürtlere ulaştırarak onlara da özgüven aşıladı. Kürt TV medyası hakim ulus devletlerin sınırlarına tabi olmayan bir “Kürdistani” izleyici topluluğuna ulaşarak ulusal kimlik oluşumuna önemli katkıda bulundu. Bu kanalların ilki olan MED-TV PKK kontrolünde bir yayın organı olarak faaliyete başladı. İngiliz makamlarından gereken uydu izinlerinin alınması için çoksesli bir yayın politikası gözetmeyi taahhüt eden MED-TV, bu nedenle örgütün otoriter yapısına rağmen muhalifleri dışlamadı ve PKK çizgisinde olmayan seslere de yer verdi. Kürt coğrafyasından telefon bağlantıları ile yapılan tartışmalar ve kültürel yayınlar ile MED-TV son derece popüler oldu ve anavatanda da yoğun olarak izlenir hale geldi. Bu nedenle bir dönem Türkiye’nin Kürt bölgelerindeki çanak antenleri takibata uğradı.

Özellikle dil ve kültür konusunda bir hayli asimile olmuş olan Türkiye Kürtleri için bu yayınlar herhangi bir televizyon hizmetinin çok ötesinde bir etki gösterdi. Bu nedenle Türkiye’nin söz konusu kanallara karşı çok sert bir diplomatik muhalefeti oldu. 2000’li yıllarla birlikte internet, sanat ve akademi alanlarında da Kürtçe daha görünür ve birleştirici hale geldi. Özellikle sosyal medyada ulus devlet sınırlarının kısıtlamalarından bağımsız birçok platformun meydana getirdiği bir Kürt sanal alemi oluştu.

Kürt mitolojisi ve kurucu efsanelerinin merkezinde yer alan Nevruz diasporadaki kimlik ihyasının en önemli kültürel vesilelerinden biri oldu. 1970’lerin diasporasında az sayıda Iraklı Kürt tarafından mütevazı bir kültürel etkinlik olarak kutlanan Nevruz, 1990’lara gelindiğinde PKK’nın ve onun örgütlediği Türkiye Kürtlerinin hakim olduğu, kitlesel ve siyasi dozu çok daha yüksek bir propaganda ve ulusçuluk enstrümanı haline geldi.


Kurumlar

Kürt diasporasını öncü kurumlarından birisi 1983’te Fransa’da kurulan Institut Kurd oldu. IK kendini siyaseten bağımsız olarak tanımlıyor ve kültürel, akademik, diplomatik faaliyetler yürütüyor. IK, Kürtçe yazılı kaynakların sistemli olarak arşivlenmesi, yeni yayınların üretilmesi. Standart Kürtçe lehçesinin geliştirilmesi ve Avrupa karar alıcıları nezdinde lobi yapılması gibi bir dizi kritik alanda çalışmalar yapıyor. Örneğin Halepçe saldırısı gibi Kürtler’e yönelik önemli insan hakları ihlallerinin dünya kamuoyuna duyurulmasında IK önemli rol oynadı. IK dışında farklı Kürt enstitüleri ve araştırma merkezleri mevcut (Brüksel 1989, Berlin 1994, Moskova 1996, Washington 1996). Ayrıca 1997’den beri Stokholm’de geniş bir Kürt Kütüphanesi var. Kürt diasporasının insan hakları alanında öne çıkan girişimleri ise Bonn merkezli ve IAHR ve Londra’da kurulmuş olan KHRP. Bu iki kurum AİHM nezdinde hak savunuculuğu çalışmalarıyla biliniyor. 1995 yılında kurulan sürgündeki Kürt Parlamentosu ise PKK angajmanı nedeniyle sınırlı bir diplomatik sergileyebilmiş durumda. 


İki merkezi aktör, PKK ve Almanya

PKK, diasporanın potansiyelini çok erken dönemlerde keşfetti ve bu potansiyeli lehine kullanmak için adımlar attı. Bu nedenle 80’lerden sonra yetişen ikinci kuşağı büyük ölçüde PKK kazandı. Örgüt genç kuşağa anlam, özgüven ve kimlik aşıladı. Avrupa’nın özgürlükçü siyasi-toplumsal kültürü içinde yetişen, ulus devletlerin sindirdiği ebeveynlerine kıyasla çok daha belirgin ve hırslı bir Kürtlük iddiası olan, diasporanın konforunda büyüdüğü için anavatanda baskı gören Kürtlere karşı kendini sorumlu hatta neredeyse suçlu hisseden bu kitlenin enerjisi büyük oranda PKK saflarına çekildi. Türkiye menşeli bir örgüt olan PKK, zamanla Türkiyeli olmayan Kürtler’den de taraftar kazanarak diasporada bir ilki gerçekleştirdi. Bu başarısı nedeniyle rakipleri zamanla ya PKK ile işbirliğine gitti ya da örgütle doğrudan zıtlaşmaktan vazgeçti.

Almanya yaklaşık 1 milyonluk nüfusu ile Kürt diasporasının en kalabalık dilimini teşkil ediyor. Türkiye kökenli bu kitlenin üzerinde PKK’nın tartışmasız etkisi söz konusu. Yakın zaman kadar örgütün keskin ideolojik zihniyetinin ve militan organizasyon yapısının etkisiyle radikal bir söylem takip eden Almanya Kürtleri son yıllarda daha ılımlı ve katılımcı bir çizgiye geçtiler. Örgüt 1990’lı yıllarda ülke içinde Türk toplumunu hedef alan eylemler düzenledi. Hatta Alman devleti ile doğrudan çatışmayı ima eden üst düzey açıklamalarda bulundu. Özellikle Öcalan’ın yakalandığı 1999’dan sonra ise militan kültür bütünüyle terk edilmemekle birlikte üslup yumuşadı ve  AB nezdinde lobicilik ve sivil katılım gibi daha barışçıl enstrümanlar kullanılmaya başlandı. Bağımsız devlet kurma ısrarı geri plana çekildi ve kültür, dil, yurttaşlık hakları gibi AB jargonunda güçlü karşılığı olan konular öne çıkarıldı. PKK yöneticilerinden Cemil Bayık 2015 yılında yaptığı bir açıklamayla örgütün 1990’lardaki şiddet eylemlerinden ötürü Almanya’dan özür diledi.

Alman siyaseti de daha önceleri problemli gördüğü Kürt toplumuna karşı artık daha olumlu bir bakış benimsiyor. Geleneksel olarak Kürtleri bir iltica-güvenlik konusu olarak gören ve bir NATO müttefiki olan Türkiye’yi rahatız etmek istemeyen Hristiyan Demokratlar (CDU) bile artık daha farklı alanlarda temaslara açıklar. Bir CDU vekilinin 2017’de yayınladığı Nevruz mesajı bunun yansımalarından biri olarak değerlendirebilir. Bu dönüşümde Kürt güçlerin Suriye’de IŞİD’e karşı verdikleri mücadele ve bu mücadelede kadınların öncü rolünün ciddi etkisi oldu. Kürt harketinin Ortadoğu’da kadınların ezilmesine muhalefet eden, onlara siyasi kişilik kazandıran seküler imajı Batı’da geniş sempati uyandırıyor. Son tahlilde, PKK nüfuzundaki Almanya Kürt diasporası siyaseten daha makbul bir aktör haline geldi ve örgütün terör listesinden çıkarılması fikri bazı siyasi mahfillerde ciddi olarak gündem oldu.


Sonuç

Kürt ulus bilincinin tarihi Kürdistan’da değil diasporada inşa edildiğini iddia etmek mübalağa olmayacaktır. Batının güvenli ortamı birçok Kürt aydını kendine çekti. Buradaki imkanlar sayesinde bir kültür ve dil ihyası yaşandı. Muhalif Kürt unsurların Avrupa ülkelerine sığınmasıyla kitlelerin siyaseten bilinçlendirilmesi için elverişli zemin doğmuş oldu. Feodal yapıların son derece baskın olduğu tarihi anavatanda ortaya çıkması neredeyse imkansız olan bir seküler-aktivist-ulusçu ikinci nesil bu gelişmelerin biçimlendirdiği diasporanın içinden çıktı. Diasporadaki siyasi, linguistik ve kültürel üretim ortalama birçok Kürt’ün zihnindeki coğrafya muhayyilesini de değiştirdi ve onları Sykes-Picot mirası haritalarda karşılığı olmayan “Kürdistan” haritasıyla buluşturdu.

Kürt diasporası sürekli kamuoyunu ve hükümetleri kendi ajandası doğrultusunda etkileme çabasında. İkinci kuşak Kürtler sahip oldukları Avrupalılık donanımı sayesinde bu girişimlerde önemli bir konumdalar. Bu genç kuşak uzmanlar bulundukları ülkenin dilini aksansız konuşuyor, ülke ve AB kurumlarının nasıl çalıştığını biliyor ve bu kurumlar nezdinde kritik temsil, lobi, savunuculuk çalışmaları yapıyor. Özetle diaspora, dünyadaki Kürt hareketi için değerli bir kültürel üretim, mali kaynak, yetişmiş insan, lobi ve propaganda gücü demek.

Comments

Popular posts from this blog

Muslim Minorities' Dangerous Flirt with Erdogan

For a number of Muslim minorities and diasporas, Erdogan appears to be an oasis for politically orphaned people in search for direction, esteem, funds and leadership. Whereas their flirt with Erdogan is nothing but a sleepwalk into a dangerous mirage. It is about time these groups and their organizations wake up to the realites and refuse being used as gap filling material in the PR of a despicable regime. The years that followed the 9/11 attacks were marked by a global wave of interfaith activism. This wave enabled a sizebale component of the Muslim minorities to abandon the ghetto mindset and reach out to the larger segments of the socities they lived in. Their outreach was kindly reciprocated with similar gestures by the non-Muslim majorities. While the terror attacks that shook New York, London, Istanbul and Madrid were being interpreted as the advance shocks of a Clash of Civilizations by some, to many others they were bitter wake-up calls to engage in meaningful dialogue with

Reflections on Jon Pahl's "Fethullah Gulen: A Life of Hizmet"

Indeed, Fethullah Gulen's story is a distingushably Turkish one, yet not exclusively so. The last 20 years of Gulen's life and Hizmet Movement participants making the US their new home is as American as The Mayflower. Jon Pahl's book, besides its other merits, powerfully captures that dimension and presents it to the American audience. In that sense A Life of Hizmet addresses one of the most understudied compartments of the literature on Gulen himself and the Hizmet Movement. In a more general outloook, the book is "critically sound and politically inspiring" as its author hoped it to be. One of the main preconditions for a healthy inquiry is ensuring that the tool of analysis matches the nature of the topic at hand. Sadly, a sizeable portion of the early accounts about Gulen failed to satisfy that standard. They rather assumed an oversimplified attitude by narrowing the issue to politics and thus doing a great injustice to social, religious, civic dimensi