Türkiye Cumhuriyeti'nin muhafazakar-dindar vatandaşlarına yönelik politikaları birkaç dönemde incelenebilir. Bunlardan birincisi, 1923 - 1950 yılları arasındaki sindirme dönemidir. Bu dönem, dindarlar için İhsan Yılmaz'ın çalışmalarında etraflıca tarif ettiği makbul vatandaşlığa kabul edilmeden önceki acı bir bekleme salonudur. Herkesin malumu olduğu üzere, söz konusu dönemde dinin kamusal alandaki tüm görünürlüğü ortadan kaldırıldığı gibi dindarlık da alabildiğine tahammülsüz bir biçimde bastırıldı.
İkinci dönem, 1950 - 1980 yılları arasındaki dönüştürme dönemidir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı önderliğinde kurulan hür dünya klubünün dışında kalmak istemeyen TC elitleri bazı üyelik şartları ile karşı karşıya kaldılar. Bunlardan birisi de çok partili hayattı. Gönülsüz de olsa kabul ettikleri bu durum yıllardır bir türlü hakkından gelemedikleri dindar - muhafazakar kesimin siyasi güç elde etmesi anlamına geliyordu. Sandıkta kaybedecekleri kesin olan bir kavgaya girmektense dindarları dönüştürmeye karar verdiler. Genelkurmay Başkanlığı ile aynı gün kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığı bu dönüştüme eyleminin en kullanışlı enstrümanı oldu. Cumhuriyet döneminde büyük oranda sindirilmiş olan toplum, önüne konan TC tipi Müslümanlık çerçevesine razı oldu ve dindarlık ideal Türk yurttaş tanımının bir şubesine dönüştürüldü.
Üçüncü dönem ise 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan ve günümüzde AKP - MHP koalisyonu ile bir devlet rejimini netice veren Türk-İslam Sentezi merkezli devşirme dönemidir. 80 darbesiyle kamusal alanı ideolojiye kapatan devlet elitleri, solun zayıflamasını ve yeni neslin İslam'a olan ilgisini statüko açısından kazanca çevirmeyi bildiler. Genç kuşakları devlet yörüngesinde tutmak için; hafif din soslu, devletçi, milliyetçi ve militarist bir zihniyet olan Türk-İslam Sentezi bu yıllarda başta eğitim müfredatı olmak üzere pek çok kanalla topluma işlendi. Örneğin bugün AKP iktidarının maharetle kullandığı tarih dizilerinin atası sayılabilecek olan Kuruluş - Osmancık dizisi o yıllarda milliyetçi bürokratların yönettiği TRT tarafından devasa bir bütçeyle çekildi.
Son tahlilde Türk-İslam Sentezi başarıyla ülkeye hakim kılındı. İmparatorluk yitirmenin travmasıyla hesaplaşamamış olan, hem Batı'ya hem de Doğu'ya karşı kendini varoluşsal derecede güvensiz hisseden, ve değişen dünyada kendine konforlu bir kimlik arayan topluma bu ucube dünya görüşünü kabul ettirmek zor olmadı. Her mitinginde ayet - hadis okuyarak Cumhurbaşkanlığını tamamlayan Kenan Evren'in ebeliğini yaptığı bu yeni politik kültür toplumu avuçlarında tutmak isteyenler için çok kullanışlı bir araç oldu. Örneğin, ideolojik omurgasızlığı sayesinde Doğu'yu düşmanlaştırmak gerektiğinde Türklük bileşeni, Batı'yı düşmanlaştırmak gerektiğinde ise Müslümanlık bileşeni öne çıkarıldı. 12 Eylül müfredatının çocuklarının yetişkinlik çağına geldiği 2000'li yıllarda ise Türk-İslam Sentezi AKP - MHP önderliğindeki İslamcı - milliyetçi koalisyon marifetiyle devletin merkezine taşındı ve nihayet 15 Temmuz sonrasında Türkiye'nin resmî ideolojisi oldu.
Gelelim konunun Hizmet Hareketi'ne bakan yönüne. Hizmet'in görünür hale geldiği ve hızlı büyüme kat ettiği 75-95 yılları Türk - İslam Sentezi'nin dindar - muhafazakar kesim üzerinde etkisini kurduğu dönemdir. Daha somut bir veri sunmak gerekirse, Hareket'in demografik yapısı içinde en kalabalık dilim öğrencilik yıllarını bu dönemde yaşayan yaş grubudur. Hocaefendi'nin o dönemdeki vaazlarında da bu etkiyi görmek mümkündür. Bu noktada şunu da ifade etmek gerekir ki, Hocaefendi'nin mesajını devletin hedef almayacağı ve toplumun teveccüh edeceği kavramlara yüklemesi gerekiyordu. Bu tercih, içinde bulunduğu bağlam açısından son derece rasyoneldi çünkü dindarlık ve Risale-i Nur ilhamı nedeniyle zaten devletin şüpheyle baktığı bir kanaat önderi olarak hareket alanı ülkede hakim olan paradigma ile sınırlıydı.
Hizmet Hareketi'nin dünyaya açılmasıyla Türk-İslam Sentezi'nin etkisi aşınmaya başladı. Fakat son derece köklü ve kuşatıcı bir zihniyet olan bu dünya görüşü yukarıda sayılan beşeri sebepler ve Türkiye'nin Hareket'in içindeki merkezi konumu nedeniyle hak etmediği oranda etkili olmayı sürdürdü. Söz konusu etki Türkiye ile yaşanan tüm kopuşa rağmen henüz son bulmuş değil. Hareket'in içinde hatırı sayılır bir kitlenin Kürt meselesine bakışının yardımlaşma-kardeşlik seviyesinden -Hocaefendi'nin teşviklerine rağmen- kimlik ve hak savunuculuğu seviyesine geçememesi, veya 2020 dünyasında adeta canlı yayında soykırıma hedef olan Hareket'in birçok mensubunun konu Ermeni Soykırımı olunca hala TC'nin reddiyeci ezberlerini aşamaması bu etkinin en bariz örnekleri arasında sayılabilir.
Türkiye toplumunun altın buzağısı devlettir. Hizmet insanı şükürler olsun ki bu buzağıya secde etmedi. Fakat kabul edelim ki onun aldatıcı ışıltısından gözlerinin kamaşmasına da engel olamadı. Hocaefendi bu göz kamaşmasını tedavi edecek reçeteleri satır aralarında dile getirmeye başladı bile. Kendi ifadeleriyle, "Belli bir dönemde iman ve Kur’ân hizmetlerine sahip çıkan insanlar çok az ve zayıf olduğu için, onlara bir avans verme maksadıyla bir kısım nispet ve aidiyetlerden bahsedilmiş ve bunlara da bir kıymet atfedilmiş olabilir". Fakat bir zamanlar toplumda hizmet heyecanı uyarmak için atıf yaptığı ve kısmen Türk-İslam Sentezi terminolojisi ile örtüşen kavramları artık kullanmıyor. Militarizm eleştirisi, "necip millet" kavramı yerine "mübarek Anadolu" vurgusu, ve aidiyet mülahazasına karşı sıkça yaptığı uyarılar kendisinin çoktan yepyeni bir yoruma geçtiğine işaret ediyor.
Son olarak şunu ifade etmek gerekir ki, Hizmet Hareketi Türk-İslam Sentezi dahil olmak üzere şiddetten uzak her dünya görüşünden insana açıktır ve hiç kimsenin bu konuda Hareket gönüllülerine vize sorma hakkı olamaz. Öte yandan, aynı ilke doğal olarak gerektirir ki, hiçbir ideolojik veya devlet patentli yaklaşım Hareket'in başat düşünce biçimi olmasın ve onun zihniyeti üzerinde orantısız bir etkiye sahip olmasın. Yeni hal kaçınılmaz bir biçimde bunu gerektiriyor.
Comments
Post a Comment